Sayfalar

7 Haziran 2011 Salı

İnsan kaynaklarının Türkçesi

İnsan kaynaklarının Türkçesi

 

Dil, bir tat alma aracı olduğu kadar yalama aracıdır da. Dilimizin iç ve dış etkenlerle sistemli olarak erozyona uğratılmasında en büyük pay, tek marifeti yalamalık ve yalakalık olanların olsa gerek.

Çetrefilleşen yaşamda çevresine giderek yabancılaşan insanlar, diline, kültürüne de yabancılaşıyor. İletişim ve teknoloji çağında her türlü bilgi bombardımana maruz kalan bu insanlar ne yöne yelken açacağının kararsızlıkları içinde debelenirken en büyük darbe dilimizin tepesine iniyor.

Dil, bir tat alma aracı olduğu kadar yalama aracıdır da. Dilimizin iç ve dış etkenlerle sistemli olarak erozyona uğratılmasında en büyük pay, tek marifeti yalamalık ve yalakalık olanların olsa gerek.

X kuşağının dili, Y kuşağına demode geliyor. Y kuşağının dili de X kuşağına anlamsız… Dildeki erozyon ve karmaşa, sadece kuşak çatışmalarına yansımıyor kuşkusuz. Yönetim anlayışları da dil bilimine göre şekillenebiliyor. Nasıl mı? Gelin birlikte irdeleyelim.

İnsanlar vardır iş dünyasında… İsimdir. Hatta bazıları sadece isimden ibarettir. İsimlerinin her şeyi çözeceğine inanır. Bazıları, bu ismi hak ederek yapmıştır, bazıları da tesadüfen isim olmuştur. Bazıları isimlerini marka haline getirir. Bazıları isimlerinin arkasına sığınarak sürdürür yaşamını. Bunlardan bir kısmıyla karşılaşıp iki çift laf ettiğinizde nutkunuz tutulur, hayal kırıklığı yaşarsınız. Bu kişiler, sektörün, mesleğin, camianın önde gelen ismi payesini kimseye bırakmazlar.

Ama özne olarak insanı baz alanlara da rastlanır kırk yılda bir de olsa. Güruhu takım yapan bunlardır ve literatürde bu tiplere lider denir.

Bazıları sıfattır. İsminin bile önemi yoktur. Tek kriterleri taşınan sıfatlar ve apoletler olduğundan insanların isimleriyle, fiilleriyle ilgilenmezler. Zaten bunu çok iyi bildiklerinden olsa gerek, patronlar bu tiplere para, yetki, sorumluluk yerine cafcaflı sıfatlar unvanlar verirler. Stratejiymiş, sonuçmuş, o kadar önemli değildir. Sıfatlar üzerinden alındıkları anda bir hiçtirler. Bu tipler yönetimi merdivene benzetirler. Yönetimden anladıkları tek şey, merdivenin hangi basamağında olunduğudur. Bir üst basamağa geçmek için her şey mubahtır. Alt basamaktakilerin eline basmak, üsttekilerin paçasını çekiştirmek dahil.

Bazıları fiildir. Siz yüklem de diyebilirsiniz. Bu tipler için insanları değerlendirmenin en önemli kriteri, yaptıkları olduğundan sonuca odaklanırlar. Bir iş yapılmışsa yapılmıştır. Kimin yaptığı, nasıl yaptığı o kadar önem taşımaz. Patronlar böyle tiplere bayılırlar. Buldozer gibidirler. Genelde sonuç alırlar. Ama özneyi, yani insan faktörünü dışladıklarından, başarıları kalıcı olmaz. İşkoliklik bu tiplerin şanındandır.

Bazıları da zarftır. Her şeyi zarfın içindekiyle değerlendirirler. Kimin verdiği değil, kimin aldığı, ne kadar aldığı önemlidir. Ne alakası var diyorsanız, sözlüklerde zarfın nasıl tanımlandığına bakalım: Zarf, fiilin durumunu, zamanını, miktarını belirten öğeler olduğuna göre zarf severler daha çok miktarla ilgilenen tiplerdir diyebiliriz.

İlkokulda öğrendiğimize göre edatlar, tek başına anlamı olmayan sözcüklerdir. İşletmelerde tek başına vasatı aşamayan çalışanların doğru liderlik yönetiminde takım olduğunda ne büyük bir anlam ifade ettiğinin örneklerini sık olmasa da görürüz. Bir de ne işletme, ne yönetim açısından hiçbir anlam taşımayan tipler vardır ki, biz onlara kahya diyoruz. Ellerinde kırbaçları ile ikide bir kapıyı gösteren kahyalar.

Çevremizde nokta tipler vardır. Bazen üçü yan yana geldiğinde üç nokta olurlar. Gerçi bu tipler aynı zamanda görme ve öngörme özürlüdürler. Bakamazlar, göremezler. Burunlarının ucunu göremediklerinden bunların pilotluğunda işletmeler yere çakılır.

Virgül demek mola demek. Sözlükler öyle yazıyor. Benzerlikler taşıyan sözcükler arasında kısa bir müddet duraklamayı ifade eder. İşletmelerdeki virgüller ise, virgüllüklerinin hakkını verircesine tüm molalardan fazlasıyla yararlanırlar.

Noktalı virgüller ise hep bir şeyleri bir şeylere bağlama derdindedirler. Müthiş bağlamacıdırlar. Genelde kaytarsalar da şirketlerin çimentosu harcıdırlar. Onlarsız işletmenin ne tadı olur, ne tuzu.

Gelelim, iki nokta üst üsteye… Matematikte bölmenin, sözlükte de sonun ifadesidir. Bölücülük sadece siyasi kavramdır sanıyorsanız aldanırsınız. Asıl bölümleme işletmelerde yaşanır. Onun adamı-şunun adamı, oralı-buralı, Fenerli-cimbomlu, senden-benden… Bu bölünmelerin sonu gelmez neredeyse. O nedenle ülkemizde işletmeler büyür büyür bölünür. Sonra da tabii yem olur bölünmeyenlere.

Ayraçları da unutmamak gerek. Bir şeyi diğerinden ayırmada uzmandırlar. Örgütlenmeye, hak aramaya müthiş alerji duyarlar. Bunların fit olanlarına yay ayraç, tıknaz olanlarına köşeli ayraç denir. Ayraç tipler için her şey gizli kapaklı ve mutlaka ayracın içindedir. İçten pazarlıklı ve pipiriklidirler. Her ne kadar köşelilerine rastlansa da normalleri makbuldür.

Bazıları kesme işareti gibidir. Sözü keserler, rajon keserler, ellerinden gelse elde makas, çalışanların saçını sakalını keserler.

Bazıları denden işaretidir. Tekrarlarlar. Kendilerine ait bir görüşleri, düşünceleri yoktur. Sürekli amirlerinden duyduklarını ifadeyle meşguldürler. Papağanlarla akrabalıkları olduğu iddia edilir.

Tırnak işaretini aslında ikiye ayırmak lazımdır: Uzun tırnak ve kısa tırnak. Ojelileri daha yaygındır. En önemli özellikleri nakletmedir. Ondan ona düzenli biçimde naklederek işyerinin iletişimine informal katkı sağlarlar.

Bazıları soru işaretidir. Gizemlidir. Asla çözemezsiniz. Kalın zırhları vardır. Bir türlü içine nüfuz edemezsiniz. İstakoz gibidirler. Böyle olsalar da çekicidirler.

En ilginç işaret ise ünlem işaretidir. Bir türlü de ne anlama geldiği anlaşılamamıştır. Sözlüklere kalsa, kıvanç, acı, şaşma, sevinç vb. duyguları anlatmada kullanılır. Ben de öyle biliyordum ama sağolsun muhterem valilerimizden biri bu fakiri aydınlattı da öğrenmiş oldum. Sizlere de ben anlatayım ki, soyadımın hakkını vermiş olayım…

Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunun 700.yılı kutlanacak bir şehrimizde. Benim de üyesi bulunduğum bir derneğe Valilik makamı kutlamaları organize etme görevi verdi. Bir dizi etkinlik planladık. Bu etkinliklere Valilik bizzat sponsor olduğundan davetiyeleri hazırladık. Basın metninde ve davetiyede ‘Katkılarından dolayı …………..Valiliği’ne sonsuz teşekkürler’ yazıp cümlenin sonuna ünlem işareti koyduk. Kıyamet koptu tabii. Vali bey bizzat arayıp önce bizi nankörlükle suçladıktan sonra davetiye ve basın bültenindeki teşekkür cümlesinin sonuna ünlem işareti koymak suretiyle Valilik makamıyla dalga geçtiğimizi burnundan soluyarak belirterek basın yoluyla özür için akşama kadar süre verdi.

Koskoca ilin koskoca Valisi’ne yanıldığını, bizim sadece sevinç ifademizi belirtmek için cümlenin sonuna ünlem işareti koyduğumuzu, dil biliminin de bunu gerektirdiğini, dalga geçmek istesek ünlem işaretini parantez içinde koymamız gerekeceğini anlatmak istediysek de nafile. Vali Bey yüksek perdeden ‘Kendine gel. Koskoca Valinin Türkçe bilmediğini söyleyecek kadar küstahlaşma’ diye gürledi.

‘Sayın Valim, dediğiniz gibi olsaydı -Ne mutlu Türküm diyene- vecizesinin sonuna ünlem işareti konmazdı’ diyecek oldum, bu sefer de ‘Seni Türklüğe hakaretten içeri attırırım’ dedi ve telefonu küt diye suratıma kapattı.

Bununla da kalmadı. Şehirdeki okulların duvarlarında, panolarında yazılı o meşhur vecizenin sonundan ünlem işareti kaldırılarak Türklük alay edilmekten kurtarıldı. Hoş, şimdilerde vecizenin kendisi de rafa kalkmak üzere ya, neyse…

Baskıya karşın özür dilemedik, çünkü yanlış yapmamıştık. Ama bunun bedelini Vali Bey’in görev süresince fazlasıyla ödedik.

Bu arada şunu içinizden geçirdiğinizi hisseder gibiyim: ‘Acaba ben bu noktalama işaretlerinden hangisiyim?’. Bu soruyu ben kendi payıma kendime sordum. Aldığım yanıt: ‘İlkokulda bu işaretleri doğru dürüst öğrenseydin, ortaokulda Türkçe dersinden, lisede de edebiyattan çakıp durmazdın’ oldu.

Demem o ki, müdür, genel müdür, vali, bakan, bakmayan… Ne olursak olalım. Ama önce dilimize saygı duyalım ve sahip olalım.

Yazar Süleyman Işık Cuma, 03 Haziran 2011

www.mcozden.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder